3.1.
ADIGELERİN KENDİ BAŞLARINA BUYRUK YAŞADIKLARI
DÖNEM
-A-
Heredot, Strabon ve Silakin gibi eski Yunan tarihçileri Çerkeslerden Şerkes, Kerket, Kerkes gibi isimlerle bahseder. Bazı Bizans tarihçileri Çerkes ülkesine 'Kazadhiya' derlerdi. Bostani, Dairetü'l-Me'arif'te (1/440) orta çağ tarihçilerinin onları 'Sirakes' adıyle andığını kaydeder. Tüm bu tarihçiler, eski Çerkesler'in medeniyetini kutlamış, güzel sıfatlarını anlatmışlardır. Antik Yunan tarihçisi Şair Homeros meşhur İliada'ya Kafkasya'yı sahne yapmıştır. Promete Kafdağı'na sürülüp orada zincire vurulmuştur.
"Adıgeler hakkında en güvenilir kaynaklar, 15-16, asırlarda, Avrupa'dan gelen seyyahların yazdıklarıdır. Bunlar derlenince Adıge tarihi hakkında önemli veriler ortaya çıkmaktadır. Bunları bizzat Adıgelerin yazdığını söyleyenler de çıkmıştır. Arab-han, Kes, İnal vs. komutanlar eşliğinde Arap memleketlerinden geldiği de söylenmiştir. İlk önce Kırım'a gitmişler, bir süre sonra Kafkas sahillerine yerleşmişler. Tüm bu söylentiler de temel ortak yanlış tarih metodu kullanılmamasıdır. Ancak doğru da yanlış ta olsa haberin yazılması iyidir. Bu konuda kendi tarihçi ve yazarlarımız da vardır. Nogmov Şora, Adıgeleri 'Ant'lara bağlıyor. Kabardey'de 'Antixe' sülale adı halen de mevcuttur. V. Kudaşev 'Nogma'nın dediği doğruysa Slavlarla akrabayız.' der. Nogmay'ı, çağdaş alimlerden Adelceri G. Keşev (Caşe Kalenbi) yanlış sayar, Adıge-Ant yakınlığını red eder."
Sosyo-ekonomik ve milli
tarihi içinde toplumumuz ilerleme
kaydetmektedir... Kafkasya halklar
köprüsü gibi oldu, gelip geçen
kavimlerden kalıp yerleşenler çıktı.
Bu sebeple gerek dil, gerek menşe,
gerekse kültür açısından bir mozaik
doğdu. Göçler halkları
karıştırdı. Küçük soylar birleşip
büyük bilikler kuruyor, en
küçüklerse arada kayboluyordu. Saf,
katıksız hiç bir toplum yoktur.. V.İ.
Abayev 'saf toplum idealleri deliliktir'
diyor. İskit, Sarmat, Alan, hiç birinin
safkan olduğu (özellikle de Asetinler
hakkında) asla iddia edilemez. Ş. D.
İnal-İpa 'gıtronim' (su isimleri
hakkında) diyor ki; 'Şüphesiz batı
Gürcistan'da Adıge elementi vardır.
Buralarda Adıge-Abhazcaya denk düşen
su (ırmak) ve yer isimleri vardır;
'psı' (su) sözünü ve 'kva' ('ko',
ova, çukur) gibi ekler ihtiva eden yer
isimleri mevcuttur. Adıgelerin Sarmat,
Türk ve Slavlardan geldiğine dair
iddialar vardır. Arabistan, Mısır ve
Suriye'den geldiklerine dair iddialar da
vardır. Zencilerden, Hindulardan
türediğini iddia edenler bile
olmuştur.
Ant akrabalığı kabul
edilemez. 'Ant' efsanelerinde Adıgeler
'... ile Adıge' diye ayrıca sözkonusu
edilmektedir. Caşe (Kalenbi) doğruyu
bulmuştur. Antlarla Adıgeler arasında
hiçbir akrabalık bağı yoktur.
Adıgelerin Kafkasya dışından geldiği
ve Adıge dilinin başka dillerden
türediği gibi düşüncelerin tamamına
yakını münakaşa götürmez yalan
haberler olup ilmi hiçbir mana ifade
etmezler.
M.Ö. 3000-4000
yıllarında su, dağ, orman vb. her
açıdan çok zengin bir memleket olan
Kafkasya'da otokton halklar yaşıyordu.
Üç Gürcü bilim adamı G.A.
Melikişfili, Z.V.Ançabazi ve O.M.
Caparidzi'nin görüşüne göre Kafkas
halkları güneyden, Ön Asya'dan
gelmişlerdir. Hiç şüphesiz paleolitik
dönemde insanların ataları bu
coğrafyada yaşamıştır. O döneme ait
100 eser Maykop'ta , Abazekhskaya'da,
Abinsk'te, Karaçay-Çerkes'te,
Kabardey-Balkar'da, Osetya'da
bulunmuştur. Taş devrinde, Karadeniz
sahillerinde insan yaşadığına dair
bilim adamlarının mütalaaları
vardır.
Dağ silsilesinin
kuzeyinde ve güneyinde yaşayan otokton
halklar paleolitik dönem sonlarında
kültürel farklılıklar göstermeye
başladılar. Neolitik devrimde
(M.Ö.5000) otokton Kafkas halkları üç
ana gruba ayrıldı: Zakafkaz,
Kuzeybatıkafkas, Kuzeydoğukafkas. M.Ö.
3000-4000 yıllarında Abhaz-Adıge,
Nah-Dağıstan ve Kartvel.olmak üzere
tamamen ayrıştılar. O tarihte kendi
aralarında da ufak tefek ayrışmalar
görülmeye başladı.
Kafkas halklarının
(M.Ö. 3-4000 yıllarında)
ayrışmaların sebebi, kendi
aralarındaki anlaşmazlıklar değil,
dışarıdan gelen ve karışan
yabancılardır. Kuzey Kafkasya'nın
tarihini anlamak için Ön Asya ile
Avrupa arasındaki köprü işlevini
unutmamak gerekir.
Uzun zamanlardan beri
Kafkasya'daki en büyük değişimlerden
biri Kuzey İran halklarının gelip
karışması, M.S. IV. asırdan itibaren
de Hun, Bolgar (Bulgar), Hazar ve
Kıpçakların Kafkas halklarına
karışmasıdır. Bu olay birkaç kez
vuku bulmuş ve bölgeyi Türki bir
coğrafya gibi yapmışlardır. Daha
sonra XI-XVI. asırlarda Moğol
istilaları vuku buldu ve 13. asır
başlarında Alan hakimiyetini bozdu.
13-14. asırlarda Karaçay, Balkar ve
Asetinler dağlarda yaşamaya
başladılar. Adıgeler de doğu tarafa
doğru yayıldılar.
Tarihçi Yusuf İzzet
Met Çunetıko ' Kafkas Tarihi' adlı
eserinde Adıgeler ile Çeçenlerin aynı
asıl ve aynı ırktan geldiğini
yazmaktadır.
Duba de Mönpere diyor
ki; 'Greklerle Adıgeler arasında ne
kadar çok benzerlik var! Kadınla yada
erkekle konuştuğumda verdiği cevaplar,
kadınların konumları , görevleri,
kocasıyla beraber topluma girmesinin
ayıp karşılanması, yiyecekleri,
cenaze törenleri, bahar gelince yüz
kişilik bir grubun 'tewe' (baskına)
gidip esir getirmeleri... Bir Adıge'ye
neden böyle yaptıkları sorulunca
'birincisi para yok, esir para yerine
kullanılıyor. İkincisi gençlerimizin
savaşçı ve cesur olarak yetişmesi,
kendilerini ispatlamaları gerekir' diye
cevapladı. Yunanlıya sorduğumda ise
'Spartan (İtalyanlar devrinde, Kral)
Likurug'un delikanlıların hırsızlık
yapmalarını serbest bıraktığını,
gece uykusuzluğa alışıp savaşçı
olarak yetişmeleri içn müsade
ettiğini, yakaladığını
kırbaçlattığını söylüyor.
'Önasya'nın en eski
medeniyet tarihi, hal-i hazır medeniyet
tarihinin başlangıcı demektir. Zira
Sümer-Akat arşivleri okunmaya
başladı... Yeryüzünde göçebelik
zihnin almayacağı kadar eskidir.
Hrozni, Mezopotomya medeniyetini kuran
göçebelerin Hazar Denizi ve Kafkas
üzerinden Türkistana'dan geldiği
kanaatini izah eder. Sümerler
yazılarında 'Arali'den geldik,
Kaphazi'den geçtik' derlerse, Aral ve
Kafkaslar anlaşılır. Temayüller takip
edilirken daima kuzeye, kuzey-doğuya
gidilir.
Hrozni'ye göre bundan
6000 yıl evvel Doğu Anadolu'da bir Kas
milleti zuhur etti. Kas'lar Kaspi
bölgesinden geldiler. Bu 'Kas' adı yer
değiştirdikçe ve zaman geçtikçe
Kaş, Kış, Kuş olmuştur... Kas
köktür. Kaspi'deki 'pi' son ektir ve
cemi edatıdır. Kafkas adı, eski
Anadolu kavmi olan Kas-ka adı, eski
Hitit şehri Kas-ur adı hep buradan
gelir. Kiş-Sümer şehri dahi adını bu
kaynaktan almıştır. Anadolu'da ve
Kafkasya'da yer ve millet adı olmak
üzere Kars, Kaz-ova, Kastamoni gibi
isimler vardır… Bundan 6000 yıl evvel
Kas adında bir kavim Orta Asya'dan,
Hazar ve Kafkas maverasından
Mezopotomya'ya geldi. Mezopotomya'ya
gelenlerin en medenisi Kaslardır.
'Etiler Anadolu'ya bir
kısım bilim adamına göre Kafkaslar
yolu ile doğudan gelmiştir (diğer
kısım Avrupa'dan geldiğini
söylüyor). İ.Ö. 8. yüzyılda kendini
gösteren ve Kafkaslar yolu ile doğudan
gelen Kimer baskınlarına 7.
yüzyıldaki İskitlerin istila
hareketleri de katılmış olduğundan bu
baskılar altında Urartu devleti (Doğu
Anadolu'da) varlığını idame
ettirememiştir.
'Neseb-i Çerakise'
müellifi, meşhur Arap tarihçisi
Safedi'den naklen 'fetih döneminde
Kureyş kabilesinin yeryüzünün
doğusuna ve batısına dağılışı'
başlığını taşıyan yedinci
bölümde şu izahatı kaydeder:
Kureyş'in Benu Amir adında bir kabilesi
vardı. Kesa b. İkrime b. Amr b.
Zü'l-Amiri kralları idi. At üstünde
cirit oynarlarken attığı sopalarla
bazı Arapların gözlerini çıkarmış.
Adamlar (Hz.) Ömer'e gelip kısas
istemişler. Kısastan kurtulmak için
Kesa gece Arz-ı Rum'a kaçmış. Bu
olayı duyan insanlar "Kesa
geceleyin kaçtı" anlamında 'Sera
Kesa', 'Cera Kesa' demişler (Çerkes
ismi buradan doğmuş). Dolaşa dolaşa
30 bin kişilik ordusuyla Bursa'ya
gelmiş. Önüne gelen her kuvveti
yendiğinden korku salmış. Konstantin,
İmparatorluğunun deniz ötesini verip
karşıya geçmesini istemiş. O da
gidip, eskiden Arz-ı Neyarik olarak
bilinen -ki, önceleri Ermenilerin
elindeydi- Bilad-ı Ububan'a yerleşmiş.
Oradaki Ermenileri de boyun eğdirmiş.
Havası, suyu, toprağı rızkı bol ve
bereketli bir yerdi. Buraya şimdi Arz-ı
Çerakise denir.
'Çerkesler, beyaz ari
ırktandır. Kafkaslılar beyaz ırkın
aslı ve en temizidir. Kumral
saçlıları, bal rengi veya mavi renkli
gözlüleri, kestane renginde
saçlıları vardır. Tenleri saf
beyazdır. Altında beşeriyetin şahit
olduğu en temizinden sımsıcak bir kan
akar.'
Çağdaş etnograflar
Kafkasya'yı diğerlerinden ayrı,
müstakil olarak ele alıp etnografik
tarihini inceliyorlar. Kültür
materyalleriyle ortaya çıkarılan bir
gerçek Kafkasya'nın çok eskilerden
beri bir bütün olduğudur. Kafkasya'da
yaşayan diller, diğer hiçbir yerde
görülemeyecek çokluktadır. Burada
elli ayrı dil kullanan halklar
yaşamaktadır. Bunlardan kırk tanesi
otokton olup hepsi akraba dillerdir.
Kafkasya'da otakton olmayan Hint Avrupa
ve Altay dilleri vardır. Hint-Avrupa
soyları, Rus, Ukraynalı, Ermeni, Rum,
Asetin, Kürd, Tatlar'dır (İran'dan
gelen dağ Yahudileri). Altay ailesine
mensup olanlar ise Azeri, Kumuk,
Karaçay, Balkar ve Nogaylardır. Kafkas
( veya İbero-Kafkas) dillerini muasır
lisaniyatçılar üç gruba ayırır:
Kuzeybatı Kafkas dilleri, Doğu Kafkas
(Dağıstan, Nah) dilleri, Güney Kafkas
(Kartvel) dilleri. İ.M. Dyakanov ile
S.A. Starastin bu üçüncüsünü
ayırırlar.
'Arkeolojik kazıların
verdiği bilgilere göre Kafkasya,
insanlık medeniyetinin önemli
halkalarından birisini teşkil
etmiştir. Madenin keşfedildiği,
ateşin ilk defa kullanıldığı
yerlerin başında Kafkasya'nın geldiği
rivayet edilmektedir. Ancak medeniyet
alanındaki bu ilk atılımlara
karşılık Kafkasya coğrafyasının
sağladığı özellik dolayısıyla,
dünyanın diğer bölgelerine nazaran
daha farklı bir yapı göstermiştir.
Fiziki coğrafya bakımından bütünlük
göstermesine karşılık tarihi
gelişmeler neticesinde beşeri coğrafya
bakımından bir mozaik özelliği
taşımaktadır.
Kafkas dil
ailesi;
'Dil, düşünce, duygu
ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam
yönünden ortak olan öğeler ve
kurallardan yararlanılarak başkalarına
aktarılmasını sağlayan, çok yönlü,
çok gelişmiş bir dizgedir.' Platon,
Kratylos adlı yapıtında dili, kendi
özel düşüncelerini sesin yardımıyla
özne ve yüklemler aracıyla
anlaşılabilir duruma getirmek'
biçiminde tanımlıyordu.
Dilciler Kafkas
dillerini ve lehçelerini müstakil bir
aile olarak ele alma eğilimindedir.
'Fonem dizgesi ve iç
yapısı bakımından öteki diller ve
dil ailelerinden büyük ayrılık
gösteren Kafkas dilleri üzerinde, uzun
uzadıya durmayacağız. Bazı Türk
lehçeleriyle birlikte Kafkasya'da
konuşulan bu dillerin Kartvel kolunu
(örneğin Gürcüce) Abhaz- Çerkes,
Lezgi-Çeçen kollarını saymakla
yetinelim.
' Schleicher'in
morfolojik tasnifine göre biçim
açısından Adıge dili, yalınlayan
(tek heceli isimlendirmesi hatalıdır)
diller; kaynak (akrabalık ilişkileri)
bakımından ise Kafkas dil ailesi
içerisinde mütalaa edilmektedir.
Bu sayfanın başına
dön
N.Y. Mar şöyle yazıyor:
Adıge-Abhaz ve diğer Kafkas halkları,
Elam, Kasit, Hald, Sümer, Urartu, Bask,
Pelask, Etrusk, büyük bir ırk olarak
Akdeniz havzasında yaşıyordu.
Abhaz-Adıge ile Bask dilleri biraz
uyuştuğu gibi kültürlerinde de
büyük benzerlikler vardır. Bunların
güçlü büyük bir ırktan türemiş
olmaları gerekir ki, bu bir Akdeniz
havzası ırkı idi. Adıge-Abhazlar,
Kafkas-Anadolu coğrafyasında yaşayan
ilk halklardandır. Önceden bir olan
Kafkas-Hat'lardan bölünmüştür.
Adıge-Abhaz dili, ölü Hat dilinden
başka hiç birine benzemiyor. İnsanın
kimliği sorulurken 'hat' , 'het'
denmesi, Hatkoy kabilesi, Hatuw, Hatko,
Hatıjıko, Hatşıko, Hatkh, Hatıkhe,
Hataw vb. sülale adları da bu
akrabalığı destekleyen delillerdendir.
Küçük Asya ile Kafkas kültürünün
yakın, hatta aynı olduğu
söylenebilir. . Tanrı adları birbirine
yakın idi. Hatca savaş tanrısı
'İnare' idi. Adigelerde, İnarowko,
İnar; Abhazlarda İnarbe gibi isimler
kullanılmaktadır. Tanrı Datto'yu
(bazıları yıldırım tanrısı
olduğunu söylüyor) çağrıştıran
'dotta' kelimesi vardır. Adiğeler
saygın sülalelere bir saygı ifadesi
olarak 'Dotta' diye hitap ederlerdi.
'Waşkho'(Hatça ibadet adı): M.Ö. 2
bin yıllarında kullanılan bu kelime
Abhazca'da halen aynen kullanılır.
Wubıhlerde 'Waşhve', Adıgey'de
'Waşkho', Kabardey'de 'Waşho' yemin
için kullanılır. M.Ö. 7-8 bin
yıllarında Küçük Asya'da insan
yaşıyordu. Buğday ve arpa ekiliyor,
koyun ve keçi besliniyordu. M.Ö. 5-4
bin yıllarında buralarda gelişme, 3
bin yıllarında değişim görülmekte,
kale ile çevrili şehirlere
rastlanmaktadır. Daha o dönemde
kültürel ve politik ilerleme
sağlanmıştır. Dorak ve
Alacahöyük'te kama, kılıç, balta,
mızrak vs. gümüş işlemeli madenler
bulunmuştur. Kaş'ların (Kas da denir)
orada yaşadığı tartışmasız bilinen
bir husustur. Bunlar Hat'larla yakın
akraba idiler. M.Ö. 2 binin sonları ile
binin başlarında Hat kavimleri
yayılmaya başladı. Hatusas şehri
merkezleri idi. Güney bölgelerde
yaşayan Het'ler de Hat ve Kas'ların
yaşadığı kuzey bölgelere doğru
çıkmaya başladılar. Yeni gelen
fertler, Hatların dilini almıştır.
Demirin adının ve önemin Kas ve
Hatlarda aynı oluşu akrabalıklarının
en büyük delillerinden biri olarak
kabul edilir. 1970'li yıllara kadar
bilim adamları, 'Maykop kültürü'nün
sadece Karadeniz sahillerinde
yaşadığı kanaatindeydi. Bu kanaatin
dayandığı bir temel yoktu. Ancak
'Maykop kültürü'nün hakimiyet
alanını belirlemek o kadar kolay
değildi. Kuzey Kafkasya'daki halkların
kültür birliğini daha önce
belirtmiştik. Nalçik'te açılan
kurgan, yapılış şekli ve muhteviyatı
itibarıyla Maykop kurganlarının aynı
idi. Batı Gürcistan kültürü de
Maykop kültürüne yakındır. Millattan
önce 3 bin yıllarında Maykop
kültürü hükümran olmuştu. Merkezi
de Ön Kuban idi.
Bu sayfanın başına
dön
29 Mayıs 1714’te I. Petro,
Hive’ye askeri bir keşif kolu
gönderilmesi talimatını vermişti. Bu
keşif kolunun yönetimini, kendisinin
mürebbisi olan Boris Aleksandroviç
Galintsev’in kızı ile evli bulunan ve
Hıristiyan olan Prens Aleksander
Bekoviç Çerkeskiy’e (asıl adı
Davlat Kisden Mirza olup Kabardinli bir
Müslüman idi) verdi. Çerkeskiy,
1713’ten beri I. Petro’nun
"şark meselesi" danışmanı
idi. 28 Eylül 1714’te bu keşif kolu
1900 asker ile Oksus (Amu Derya)
istikametinde harekete geçirildi.
Nalçikli etnograf Dr.A. Ğut’un
belirttiğine göre Rusya’nın
Kafkasya’ya 1825’ten önce
müdahalesi vaki değildir.
Bu sayfanın başına
dön
İstanbul’un beklenen alakası, Dağıstan, Kabardey ve Çerkesleri Ruslar aleyhine ayaklandırmıştı. 11 Ekim 1787 tarihinde Anapa’ya gelen beylerbeyi (Köse Mustafa Paşa) görülmemiş bir tezahüratla karşılanmıştı.
Çerkezistan’a silah ve cephane sevkedildiği hususunda Rus Elçiliği’nin şikayeti üzerine 21 B (Receb) 1273 (20 Mart 1857) tarihinde oluşturulan komisyonun, eski Bosna Nazırı İsmail Paşa ile Liva Ferhat Paşa’yı suçlu bularak ilkini Bursa’ya, ikincisini Kütahya’ya sürgüne göndermesi; sonucun elçiliğe bidirilmekle beraber Rusya ile dostluğu zedeleyen bu tür olayların tekerrür etmemesi için olayın gerek resmi yazılarla memurlara, gerekse Takvim-i Vekâyi’de yayınlanarak kamuoyuna duyurulması Osmanlı Hükümetinin o zamanki Kafkasya politikasını alenen yansıtan bir mesle olmuştur..
Kırım hanları Adıge kabilelerini sık sık rahatsız ediyordu. Osmanlı Padişahlarının Kırım Hanları üzerinde hakimiyet kurmaları Adıgeler başta olmak üzere Kafkas halklarına zarar vermiştir. 1590’larda Kırım Hanı Mengi Girey Adıgelere baskın yapmak istedi. Osmanlı ve Tatar tarihleri Adıgeleri ele geçirdiğini söylüyorsa da Adıgeler onun hakimiyeti altına girmemek için mütemadiyen savaşmışlardır.
1569’da Osmanlı Devleti’nin, Kırım Valisi Çerkes asıllı Kasım Paşa eliyle Astrahan’a sefer düzenlemeye girişmesi esnasında valinin adam ve mal desteği talebini Çerkes Beylerinin yedisinin birden reddetmesi, Kafkasya’nın Kırım ve Osmanlı ile münasebetlerinin mahiyetini ortaya koymaktadır.
Osmanlı Devleti 1475’te fethettiği Kırım üzerinden gönderdiği mollalar eliyle Batı Kafkasya’da İslamı yaymaya başladı.
1739’da imzalanan Belgrad muahedesinde her iki taraf ta Kabardey bölgesinin bağımsızlığını itiraf ettiği halde 1740, 41 ve 42 senelerinde Rus Çarı’nın Sultan I. Mahmud’a yazdığı yazılarda ‘Çerkeslerin ve Kabardeylerin varisi ve hakimi’ ünvanı kullanıldığı ve Osmanlıların da III. İvan’a cevaben yazdıkları yazılarda aynı ünvanın kullanılması, bölgedeki Rus hakimiyetinin tanındığı anlamına geliyordu.
Bu sayfanın başına
dön
Tatar-Moğol savaşlarından sonra Kafkasya haritası değişti. Kimi kabileler dağıldı, kimileri üstünlüğü ele geçirdi. Genellikle kendi başlarının işini (kendi ‘wınafe’sini) kendileri yapardı.
Rusya batı kesimdeki halk meclislerini dağıtmaya, kabile reislerine hediyeler göndermeye başladı. Abzekh Pşısı 1828’de kendisine yapılan barış teklifini meclise sundu ve Şapsığde toplanan meclis, uzun münakaşalardan sonra, bölgenin vaziyetine, Rusların düşmanlığına ve Edirne Antlaşması’nın geçersiz olduğuna dair şu beyannemeyi tüm dünyaya arzetme kararı aldı: "Ruslarla sulha bile yanaşmayan Kafkasya’nın sakinleri nasıl olur da onların tebeası sayılabilir…".
1859’dan sonra batıda Rus baskısının iyice şiddetlenmesi üzerine Wubıkh, Abzekh ve Şapsığ önderleri 1861’de bir khase topladı. Yeni bir meclis seçti ve şu kararları aldı:
"1- Son gelişmeleri Avrupa ülkelerine duyurmak,
2- a) 13 Haziran 1861 Çerkeslerin bağımsızlığını ilan ettiği gündür.
b) Tüm Çerkesleri ilzam eden Millet Meclisi seçilmiştir.
c) Birlik, gerekirse kuvvet kullanarak sağlanacaktır.
d) Bağımsız Çerkes Devleti Meclisine gizli oyla 15 üye seçilmiştir.
3- Meclisin kararıyla ülke 12 vilayete bölünmüş ve her birine kadı, müftü, muhtar ve emniyet amiri tayin edilmiştir.
4- Meclis kararları bu mümessiller tarafından uygulanacak ve vergileri bunlar toplayacaktır. Her yüz haneye beş atlının masrafı yüklenmiştir. Toplanan vergiler hür Kafkasya’nın temsilcileri eliyle ülke işleri için en iyi şekilde harcanacaktır."
18.. yılında Kuzeybatı Kafkasya’da bir devlet kurulmak istenmiştir. 19. asırda burada demokrasi uygulatan Wubıkh, Abzakh ve Şapsığlar vardı. Savaş sebebiyle iç ihtilafları sonuçlandırıp ittifak kurarak düşmana karşı koymaya başladılar. Ruslara ait dört kaleyi ele geçirdiler. Bu vesileyle ittifakları güçlendi. Muhammed Emin ile Şamil’in Bu ittifaklarda büyük rolü oldu. Halkın içindeki statü sahipleri bu ittifakı hoş karşılamıyordu. Şamil bertaraf olup (1859’da) Muhammed Emin de esir alınınca, ittifakı eski statü sahibi muhalifler destekler oldu. Onlar kendi halklarını hiçe sayarak Ruslarla iletişim halinde idi. 1861’de Wubıkh, Abzakh ve Şapsığlar "meclis" kurdu. 15 kişilik heyet seçildi. Bir Wubıh olan Thamade (Başkan) Hac Kranduk Berzeg, meclis kararı aldı, ülkeyi 12 eyalete ayırdı. Eyaletlerin de kendi meclisleri vardı Rusya, Türkiye, Fransa ve İngiltere haberdar edildi.
Rusya haber alınca meclisi çalıştırmadı. 1864 göçüyle Türkiye insanları götürünce bu devlet son buldu. Teşebbüs yerinde ve zamanındaydı, ama kendi reisleri tarafından satıldılar.
Adıgelerin komşu akraba kabileler ile münasebetleri kardeşlik ve akrabalık zemininde yürütülmekte idi. Dönem dönem siyasi birlik denemeleri de olmuştur.
Bu sayfanın başına
dön
Özellikle Şapsığ ve Natuhaç eyaletleri ‘Avrupa’nın en modern savaş tekniklerine sahip ve Avrupa imparatorlukları içinde en despot, en büyük ve en vicdansız olanının bütün gücüne, enerjisine ve hilelerine karşı son on yıldır tek başlarına direnmiş bulunuyor.’
A.İ.Gertsin’in tesbitine göre Rus çarları Kafkasya’yı sıcak Sibirya sanıyorlardı. Bu sebeple sürgünleri oraya gönderiyorlardı. Dubralubov’un kaydettiğine göre çarın adamları Kafkas halkının örf ve inancını hiç kaale almadan kendi görüşlerini baskıyla kabul ettirmeye çalışıyorlardı.
Kafkasya’da uygulanan kıyım ve katliamı yazmaktan kalem bile imtina ediyor. Jan Carol şöyle der: Rusya’nın Kafkasya’yı işgali, çağdaş dünyamızdaki en iğrenç vahşet tablolarını oluşturmaktadır. Rusya Kafkasyalıların mukavemetini kırıp onlara boyun eğdirebilmek için dehşet ve vahşet dolu 60 askeri yıla ihtiyaç duymuştur.
‘Kafkas cephesi Rus ordusuna mezar oldu. Ortalama her yedi yılda 120 bin askerini Kafkasya’da ölü bırakıyordu. Katerinanın tahta geçtiği 1765’den 1864 yılı sonuna dek Ruslar Kafkasya’da birbuçuk milyon askerini gömmüştür.’
Bu konuda General İsmail Berkok’un Tarihte Kafkasya adlı eseri müracaat edilebilecek en zengin ve en muteber eserlerin başında gelmektedir.
Bu sayfanın başına
dön
1859-1864 yıllarında yurtlarından sürülen Çerkesler deniz yoluyla, Kafkasya’da, Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum vd. limanlardan bindirilip Osmanlı Devleti’nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indiriliyordu. 1865-1866 tehciri ile Osmanlı-Rus harbinden sonraki 1878 tehciri kara yoluyla gerçekleştirildi. Doğu yolundan genellikle Çeçen, Dağıstan, Asetin, Kabardey muhacirleri göçürülmüştür. Daha sonraki göçler de kara yoluyla yapılmıştır.
Yolda telef olanların feci durumları Trabzon’daki Rus konsolosunun tehcir işlerini idare etmekte olan Rus Generallerinden Katraçef’e yazdığı raporda şöyle anlatılır: "Türkiye’ye gitmek üzere Batum’a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon’a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul’a götürülen 4650 kişden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım." İşte bu suretle peşpeşe sürüp gelen felâketlerin ve musîbetlerin darbeleri altında inleyen ve eriyen bu kahraman ve fazîletkâr milletin bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere iskân edilmiştir.
Çarın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya sakinlerine şu fermanı tebliğ etmişti: "Bir ay zarfında Kafkasya terkedilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya’nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:"
İşte bu yüzden, esaret ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik addeden Çerkesler, güzel vatanlarını terketmeye mecbur kalmışlardır. Lermontof bu hakikati bir şiirinde şöyle dile getirir: "Bu insanlar neden yurtlarını ve babalarının mezarını terkediyorlar? Düşman kuvvetinin zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraber getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!"
‘Çeçen reisleri uzun münakaşalardan sonra göçü kabul edip nasıl gerçekleşeceğini sordular. Ben de Gürcistan üzerinden kara yoluyla gideceğimizi ve Rus ordusunun da her türlü kolaylığı ve yardımı yapacağını söyledim.’ Kunduk, Hatırat, s.67.
‘Rus Generali Loris’e gidip 50 bin dönüm kadar olan arazime mukabil 45 bin altın ruble istedim. Derhal ödedi. Fakir muhacirlere sarfetmek üzere ayrıca 10 bin altın ruble daha istedim. Bunu az bularak 20 bin ödedi… Bu şekilde 25 Mayıs 1865’te, aralarında ailem ve akrabalarımın da bulunduğu 3 bin Çeçen aile ile birlikte göç ettik. Geride kalanların tehciri görevini Çeçen mıntıkası naibi reis Sa’dullah’a tevdi etmiştik.’
Emir Kesa kabilesinden bazıları (özellikle dinini imanını koruyanlar) Mısır’a dönmüşlerdi. Diyarın 23. Eyyübi Kürt Kralı Mansur Ali b. Eşref’in kölesi olan Çerkes Berkuk b. Afs (veya Ans) Çerkes Devletini kurmuştu.
‘Çerkes sürgünü ‘modern tarihin en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden biridir.’
‘Tehcir esnasında deniz gibi kan akıtıldı. Gemiye binmek için aç bîilaç kıyıda yağmur çamur içinde, ölüm iniltileriyle bekleşenler, yanaşan gemiye üşüşüp istîab haddinden çok fazla biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek için çok yolcu alıyor, bu yüzden fazla yol almadan batan gemilere sık rastlanıyordu. 1864 Mayısında, Trabzon’daki Rus konsolosunun yazdığına göre 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı... Trabzon’da bir tek adamın 30-50 cariye birden aldığı oluyordu. 1858-1865 yıllarında 493.124 insan gitti oraya.’
Osmanlı Devleti bu tehcir ile yüz yüze kalmış olduğu bir çok problemini halletmeyi planlamıştı.
Rus Hükümeti adına General Fadol, Musa Kunduk ile Gazi Muhammed’e şu teklifi sunmuştu: ‘Afganistan hududunda Çerkeslerden müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı Devleti’ndeki tüm Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak devletin Rusya’ya bağlı kalması şartıyla bütün masraflarının Rusya tarafından ödeneceğini garanti etmek.’ Her ikisi de bu teklifi reddetmişti. Rusya bu projeyle Afganistan’ı işgal etmekte olan İngilizleri berteraf etmeyi düşünüyordu.
Rusya 2 Mart 1878’de Osmanlı Devleti ile imzaladığı anlaşmada, Rus hududuna iskân edilen Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi hususu üzerinde durulmuştur. Nitekim öyle de yapılmış, 150.000 Çerkes bu sefer de Rumeli’den Anadolu’ya göçürülmüştür.
18 Kanun-ı sâni 1789 tarihli emirname Çerkeslerin kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesini emrediyor, bu hususta yabancı deniz nakliyat şirketlerine de ‘gemileriyle tek bir Çerkes dahi taşımamaları’ yazılıyordu.
Türkiye’deki Rus Elçisi İgnateiv’in 21.02.1872 tarihinde Rus Dışişleri Bakanı’na yazdığı gizli bir yazıda, Türkiye’ye göçmüş 8500 Çerkes ailenin katlandıkları dayanılması zor şartlardan şikayetle Kafkasya’ya geri dönmek istedikleri bildirilmiştir.
Tehcir süreci uzun sürmemiştir. Osmanlı Devleti’nden dönüp gelen bazı insanların anlattıkları, Paçe Beçmırza’nın şiirleri, açlık, hastalık ve ölüm haberleri getiren gözyaşı ve hasret dolu akraba mektupları Kabardey’den göçün devam etmesini engellemiştir.
Osmanlı Devleti’nin Kafkasya ile ilk temaslarını kurduğu 17. Asırdan itibaren ferdi göçler başlamıştı. Büyük göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve paşa vardı, Osmanlı Devleti Kafkasya’yı hakimiyetyi altına almak içn bu üst düzey subaylardan yaralanmıştır. Musa Kunduk anlatır: ‘Sadrazam ile görüştükten sonra Berzec Hüseyin Paşa’nın yanına gittim. Wubıh Ali Paşa da (Hafız Paşa’nın kardeşi) oradaydı. Bu iki zat Çerkes muhacirlerinin vaziyetini yakından takip ediyordu. Hüseyin Paşa Osmanlı Devleti’nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek ‘Önemle rica ediyorum, tehcir meselesinde acele etmeyelim.’ demişti. Hüseyin Berzec Paşa 1866’da idam edilmiştir.
Bandırma civarındaki Yeni Sığırcı köyüne iskân edilen 300 aileden 150’si, oradaki hayata uyum sağlayamayıp anavatana dönmüştür.
1911’de Hac dönüşünde Şam valisi ile görüşen Canıko Bako; on bin Çerkes olduklarını, kendilerine hicret etmek istediklerini söyler, vali de memnuniyetle kabul eder. Canıko, Mehmet Hanaşe ile birlikte bir heyet halinde gelip daha önce iskân edilen köyleri gezer, perişan hallerine şahid olur. Kendilerinin iskân edilmesi için belirlenen Kerk tepelerini gezerler. Bu kayalıkları beğenmeyip Ağustos 1911’de deniz yoluyla İstanbul üzerinden geri dönerler, hiç kimse de hicret etmez.
‘Tehcir operasyonu, binlerce yıllık Kafkas tarihinin en mühim hadisesidir. Bu olay Kafkasyalıların sosyal yapısını, ekonomisini ve politikasını menfi yönde etkilemiştir.’
İstanbul’daki Çerkes Teavün Cemiyeti sekreteri Tsağo Nuri 1912’de anavatana dönerek Nalçik’te yeni açılmış olan okulda Çerkes Dili okutmaya başlamıştı.
‘… İnsanların perişanlığını hayretler içinde temaşa ettiğimi gören istasyon yetkilisi koşarak yanıma geldi ve gözleri yaşla dolarak dedi ki; ‘Ekselans, dünyada bu acıklı manzarayı seyredip te kalbi burkulmayacak insan var mıdır? Allah’tan korkmak lazım. Bu topraklar onların yerleridir. Ne hakla onları bir bilinmezin içine sürüyoruz? Nereye gittiklerini sorduğumda, Osmanlı Devleti’ne diyorlar. Ama nasıl, ne zaman ve onları neler bekliyor, belli değil. Bu konularda hiç bir bilgileri yok.’
KHK fahri başkanı diyor ki: ‘Annem anlatır; Dedem yolda (karşıdan gelen gemidekilerden) Türk’e gidenlerin hastalıktan kırıldığını öğrenince yanındakilerle birlikte denizin ortasından geri dönüp gelmişler.’
Kuruluşundan beri iç problemlerini tehcir ve iskân metoduyla çözen Osmanlı Devleti, 9 Mayıs 1857’de tehcir kanununu çıkarmıştır.. Bu arada Rus Çarıyla gizlice ittifak etmiştir... Göçenlerin mal, can ve hürriyetleri, sair tüm hakları sultanın garantisi altında idi. Her tür vergiden muaf olarak arazi verilmesi vadedilmişti. Anadolu’ya yerleşenler 12 yıl askerlikten muaf tutulmuştu. 1860 yılında İskân-ı Muhacirîn Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki Çerkeslerin göçürülmesi, Osmanlı Devleti’nce planlanmış, sonraları gelişen fiiliyattan önce programlanmış bir iştir.’
Nefy ve iskân, Osmanlı Devleti’nin yönetim politikalarından en barizleri idi.
1859-61 arasındaki büyük tehcirle ilgili resmi istatistik bilgilerine sahip değiliz. Rus, İngiliz, Fransız ve Osmanlı kayıtlarında 700 binden 2 milyona kadar değişen rakamlar mevcuttur. Osmanlıdaki nüfus hareketlerini inceleyen Obisni İrolitimo 1866’da Muhacirlerin bir milyona ulaştığını belirtir.
Prof. Kemal Karpat, 1859-1879 arasında göçürülenlerin 1.400.000’den fazla olduğunu, sağ salim Osmanlı Devleti’ne ulaşan muhacir sayısının ise 1.100.000 olduğunu belirtir.
Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna’da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel kıyafetlerini ve dillerini muhafaza etmektedirler. Trablusgarp’a 1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgeleri ile sabittir. Irak, Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi Çerkes varlığına rastlanmaktadır.
Bu sayfanın başına
dön
15. asırda Karadeniz sahilinde yaşayan Çerkesler Cenevizlilere vergi vermeye ve tüccarlara baskın düzenlemeye başlamışlardı. Sıkça ayaklanmalar baş gösteriyordu. Daha sonra Osmanlılar Ceneviz kolonileri dağıtmıştır.
7 Temmuz 1864’te Kafakasya’nın tamamıyla işgal edilişinden sonra Karl Marks şöyle yazıyordu: Rusya’nın Kuzey Kafkasya halkına karşı uyguladığı zecri tedbirler ve Avrupa’nın ahmaklık derecesindeki ilgisizliği ve görmezlikten gelişi, Rusya’nın işini kolaylıştırıyordu. Bana göre Polonya inkilabının boğulması ve Kuzey Kafkasya’nın işgali 1815’ten bu yana Avrupa için önem arzeden en büyük iki olaydır.
İngiltere Rusya ile düşman olmak istemiyordu. Bir taraftan da ajanlarını göndererek Kafkasya ile ilişkilerini sürdürmeye çalışıyordu. Kafkasyalıların Ruslara karşı direnmeyi sürdürmelerini temin için, İngilterenin kendilerine yardım edeceği intibaını veriyorlardı. İngiltere ikili oynuyordu. 18 Mart 1848’de İngiliz parlementosunda şu muhavere geçmişti: Parlamento üyesi M. Anstey, Savunma Bakanı Lord Palmerston’u şöyle suçlamıştı: ‘Bu nedenle asil lordu, ülkeğmizle ticari ilişkilere girmeye ikna edilmiş, İngilteri mütteuiki yapılmış Çerkesya’ya ihanet etmiş olmakla suçluyorum. Asil lord, Çerkesya’nın, dolayısıyla bizim ölümcül düşmanımız lehine İngiltere’ye ihanet etmiştir. İngiltere’nin güvenliğine, şerefine, ticaret haklarına bilinçli olarak ihanet etmiştir. Düşmanımız Rusya’nın Hint İmparatorluğumuz üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için işgal etmek ihtiyacında olduğu bağımsıs bir ülkeyi, Çerkesya’yı, kendilerine eliyle teslim etmiş olmakla suçluyorum... Sonuç olarak asil lordu, olaylar karşısında bilinçli bir sahtekârlık tutumu içinde bulunmuş olmakla, parlamentoyu ve onun devletini kasten ağır yanılgıya düşürmüş olmakla ve böylelikle de çok büyük ihanet cinayeti işlemiş olmakla suçluyorum.’
25 Mayıs 1856 yılında İngiltere Lordlar Kamarasında Lord Malmesbori şu gerçeği itiraf ediyordu: "Lordlarım! Adıgeleri büyük felâketler içerisinde kendi başlarına bıraktık. Halbuki biz onlardan yardım istemiştik. Ancak müsadenizle şunu söyleyebilirim ki, onları, istediğimiz gibi, en büyük fedâkârlık ölçüleri ile kullandık."
Rusya gelişip dünya ticaretine etki eder hale gelmezden önce 17. asrın sonlarına dek Kafkasya ile İngiltere arasında önemli bir ticari münasebet vardı. İngiltere’ye ait son ticari seyahat 1781 yılında vuku buldu.
Kafkasya batı ile uzak doğu, arasındaki ticaret yolunun en mühim bir köprüsü idi. Buraya hükmeden bu ticarete de hükmederdi. Hazar’dan geçip Hindistan’a giden ticaret yolunun İngiltere için büyük önemi vardı.
14-15. Asırlarda Kuzeybatı Kafkasya’da Sıvastopol-Sohum arasında 39 Ceneviz kolonisi vardı. Psıj’ın sağında ve Anapa civarında Rum kolonileri vardı. İtalyan kolonileri arasında Cenevizliler azdı. Bunların Kafkas halklarıyla ticari bağlantıları vardı. Satın aldıkları köleler daha çok Tatar, Adıge, Abhaz, Dağıstan vd. kavimlerden idi. Daha çok müslüman ülkelere (mesela Mısır’a) götürülür, orduda istihdam edilirlerdi. İtalya’ya, Kırım’a ve diğer Avrupa ülkelerine de götürüldü. Cenevizler kanalıyla bir nebze Avrupa kültürü Kafkas halklarına geçmiş ama, köle ticareti Kafkas halklarının gelişmesine zarar vermiştir. Sağlıklı insanlar esir edilip köle olarak dışarı satılırdı. Acımasızca çalıştırırlar, katolik mezhebini, hıristiyanlığı aşılamaya çalışırlardı. Bu sebeple çoğu zaman karşılarına dikilmişlerdir.
Almanlar Grozni ve Bakü petrollerine ulaşmak arzusuyla Mezdog bölgesine kadar geldiler. Bugün hâlâ ‘Alman Gubğe’ denilen yerde esir alınıp açlıktan ölen Azerilerin toplu mezarları ile Alman silahları bulunmuştur.
Bu sayfanın başına
dön
18. Asırda Mavera-yı Kafkasya ile münasebetleri artmaya başlamıştı. Gürcü askeri yolu başlıca ulaşım kanalıydı. Azerbaycan sınırında hayvan ve emtia ticareti sebebiyle sık temasları olurdu. Kızlar ve Mezdog kaleleri ticaret merkezi haline gelmişti. Kuzey Kafkasya’ya çok fazla Rus gelmeye başladı. Bu da Kafkasya’lıların ‘zakavkaz’ (Kafkasötesi) ile ticari ilişkilerini arttırdı. Rus emtiası çoğalmaya başlamıştı.
Kabardey, Osetya ve Gürcistan arasında politik münasebetler vardı. Gürcü Padişahı G. Vakhtanik, Kabardey Pşısı Taw Sultan’ın kızını almıştı. Abhaz dağlı kabilelerinden Marşaniye Büyük Kabardey’e bağlanmıştı. Kabardey Pşısıne danışarak politika yürütüyordu.
Kartli ile Kakheti padişahları Kafkas savaşçılarını gayr-ı Kafkas komşu hanlarıyla savaşırken yardıma çağırırlardı. Karşılıklı göçler olmuştur. Mesela bir çok Asetin, Vaynak, Balkar ve Karaçay gruplar Gürcü dağlarına göçmüştü. Çok sayıda Ermeni ve Gürcü (Merkezi) Kafkas’a gelmişti.
Çerkeslerin Dağıstanla münasebeti konusunda İmam Şamil’in sır kâtibi Karahî şunları kaydeder: ‘Çerkezistan ahalisi mukaddema Şeyh Şamil’e davetnameler gönderip memleketlerine gelmesini rica etmişlerdi. 1262 senesinde Şamil 7 büyük top, alet edevat ve mühimmatla beraber süvari ve piyade askerini alıp Çerkes hududunu tefrik eyleyen Terek Nehrini geçti. Bir müddet oralarda ikamet ve ahalisine va’z u nasihat etme fikrinde idi. Lâkin o havilinin ihtiyaç anında barınacak bir dağı, bir tepesi, bir ormanı olmadığını görünce geldiğine pişman oldu. Ba’dehu Gabrati (Kabartay) taifesinin yardımına gitti. Onlar da gelip Şamil’e bey’at ettiler. Ehl u ıyallerini ulaşılması zor ve müstahkem bir mevkie nakleylediler. İçlerinden bazıları üzerlerine naib nasb olundu. Birkaç gün sonra keşşaf süvarilerinden biri gelip avdet edilmesi luzumunu bildirdi. Şamil de güneşin gurûbunu müteakip hareket emrini verdi.
Bu sayfanın başına
dön
|
|